Dillere destan güzelliğiyle dünyaya nam salan, üç imparatorluğa başkent olması dolayısıyla “imparatorluklar şehri” ünvanını taşıyan , “Cihan İmparatorluğu” Osmanlı’nın merkezi İstanbul erken tarihlerden itibaren Batılı gezginlerin, edebiyatçıların, bilimadamlarının ve de ressamların ilgisini çeken bir kent olmuştur.

Kente gelen veya bir şekilde yolu düşen Batılılar içinde ressamlar çoğunluğu oluşturur ve “Kalemiyle veya fırçasıyla” tarihe “görsel” bir not düşen bu ressamlar arasında yer alan İngiliz John Frederick Lewis; gerek resimleri ve tekniğiyle gerekse yaşantısıyla ayrıcalıklı bir konuma sahiptir.

19. yüzyılın ünlü ressamları arasında yer almasına ve günümüzde eserleri yüksek fiyatlarla satılmasına karşılık biyografisini oluşturan yaşamı hakkında çok geniş bir bilgi yoktur.

1805 yılında Londra’da, gravür sanatçısı Frederick Christian Lewis’in oğlu olarak dünyaya gelir. Ailesinden gelen sanat yönüyle ressamlığa başlar ve ressamlığının ilk yıllarında zamanının büyük çoğunluğunu hayvan resimleri ve illustrasyonları çizerek geçirir. Kendisi hakkında çalışmalar yapan araştırmacılar 1827-1832 yılları arasındaki bu dönemi sonradan “geçiş dönemi” olarak adlandırır. 1827 yılında kendi atölyesini kurar ve uzun süre etüt ettiği hayvan ve spor konulu resimlerin yerine, artık suluboya tekniğinde çalışmaya başladığı manzaralar, enteriörler ve figür eskizleri çalışır. Sanatsal yaşantısının sonraki dönemlerinde bu tarz çalışmalarla ün kazanacak olduğu belirtilmelidir.

1829 yılında babasına eşlik ettiği sanatsal gezi onun yaşamında farklı başlangıçlar yapmasına yol açar. Özellikle 1832 yılında İspanya gezisi ve devamındaki Fas seyahati onun, sanatsal ve kişisel yaşantısının sonraki dönemleri için “bir kilometre taşı”oluşturacaktır. İspanya ve Fas’daki İslam mimarisi etkisindeki yapıların onu çok etkiler, özellikle Alhambra Sarayı’nın mimari çizimlerini ve günlük yaşam sahnelerini içeren birçok resim yapar. Bu resimlerini 1835 yılında “Sketches and Drawings of the Alhambra” ve 1836 yılında “Sketches of Spain and Spanish Character” adlarıyla arka arkaya iki kitap halinde Londra’da yayınlar.

Seyahat etme tutkusu onu önce, 1837 yılı kışını geçireceği Paris’e ardından da Floransa’ya, Napoli’ye ve iki yıl yaşayacağı Roma’ya götürür (1838-1840). Roma’da yaşadığı sırada bir kere daha Fas’a gittiği bilinir. Bu gezilerinde etkelendiği İslam kültürünü ve mimarisini daha yakından tanımak için 1840 yılında bir kere daha uzun bir geziye çıkar. Güzergahında Arnavutluk, Korint körfezi, Atina ve 1841 yılında geleceği İstanbul ‘un da yer aldığı “Levant” gezisi yaşamının 10 yılını geçireceği Mısır Kahire’de sonlanır. 1841-1851 yılları arasında Kahire’de yaşar, bu arada 1847 yılında İskenderiye’de tablolarının çoğunda model olarak kullancağı Marian Harper ile evlenir.

Kahire’deki yaşantısı ile Londra’daki yaşantısı arasında derin uçurumlar vardır. Kahire’nin kenar mahallelerinden birinde ayrıcalıklı bir Türk Bey’i olarak “hayaller, dumanlar içinde, tembel, tütüne boğulmuş yaşam”ını sürdüren bir kişi gibi yaşar. Gençliğinde ve Kahire’ye gidene kadarki elitist alışkanlıklarını, davranışlarını, göreneklerini bir kenara bırakarak yaşantısı ve giyimiyle Doğuludan bir farkı olmaz. Kahire’de kaldığı zaman zarfında o kadar çok sayıda eskiz yapar ki ülkesine döndükten sonra Londra’nın dışındaki evinde 25 yıl boyunca bu eskizlerden yola çıkarak resim üretmeye devam edecektir. 1855 yılında “Suluboya Ressamları Derneği” başkanı seçilmesine karşılık sonradan daha çok yağlıboya tablolar yapmaya başlar.1865’te ise Kraliyet Akademisi üyeliğine seçilir. Tüm bu sosyal sorumluluklarına karşılık Kahire sonrası yaşamını, toplum içine çok karışmadan ve yaşadıklarını paylaşmadan Londra’nın dışında ölümüne dek sürdürür (1876). J.F. Lewis örneği aynı zamanda bize, 18. Ve 19. Yüzyılda hayal edilen Doğu imajının hayalden çıkıp, gidilip görülen ve hatta yaşanılan yere bıraktığını gösterir.

Bu noktada John Frederick Lewis’i anlamak için yüzyılın genel eğilimlerine kısaca bakmak gerekir. 19. Yüzyılda Avrupa resminde sınırları tam konmamış Oryantalist resim eğilimi ve söylemi dikkati çeker. Aralarında Lewis’in de yer aldığı Oryantalist resim “ne bir okul ne de bir üsluptur” 1 . Oryantalist resim söylemi 19. Yüzyıla damgasını vuran, etkisini uzun bir süre devam ettiren, yüzyılın önemli ressamlarını ve çalışmalarını kapsayan bir konu birlikteliğiydi.

Oryantalist sanatçılar arasında yer alan Lewis ve çağdaşlarına gelinceye kadar Batılı ressamların gözündeki Doğu- Osmanlı- Türk kavramları ve tiplemeleri değişiklik gösterir. Karşısındakini ve merak edileni tanımaya başlamanın derecesine göre uygulamalar ve yaklaşımlar da farklılaşır. “Gerçek Doğu, gidip görenler için sınırsız ilham kaynağıydı”2 özellikle William M. Thackeray’ın Kahire için söylemiş olduğu “mimaride ve yaşamda bu kadar çeşitliliği, çok renkliliği, ışık ve gölgeyi ilk kez birarada görüyorum. Her sokakta, her pazar yerinde bir resim var”3 cümlesi tüm Doğu coğrafyası için ve etkilenmiş Batılılar için kullanılabilir.

Nitekim, 17. Yüzyılda uzun bir Doğu Akdeniz gezisi gerçekleştiren İngiliz gezgin Henry Blunt seyahatini anlattığı kitabının girişinde amacından (1 S. Germaner –Z. İnankur, Oryantalistlerin İstanbulu. Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2002, s.36 2 R. Kabbani., Avrupa’nın Doğu İmajı, (Çev.S. Tuncer). Bağlam Yayınları, İstanbul 1993, s.102 3 R. Kabbani., Yage., s. 102) bahsederken ; içinde yaşadığı dünyanın insanlarına ve yaşamlarına dair bilgi edinmek isteği olduğunu, bu nedenle kendi memleketinden farklı, değişik ve yeni bir Doğu imparatorluğunun toplumunu ve kurumlarını incelemeye yöneldiğini belirtir ve ekler: “Türklerin yönetimleri altındaki bölgelerde yaşam farklıdır onların imparatorlukları birdenbire dünyayı istila etmiştir.”

Bir başka örnekte ise 17 yüzyılda Osmanlıya ve özellikle İran topraklarına yapmış olduğu seyahatle tanınan Chardin, seyahatinin amacını gerek aradaki mesafe ve gerekse örf ve adetlerin farklılığı bakımından “bir başka dünya” olan büyük ve geniş bir memleket hakkında Avrupalının ilgisini çekebilecek herşeyi titizlikle incelemek olarak açıklarken Doğu da hemen hemen herşeyin sabit ve durağan olduğunu Avrupada ise giyimden mimariye kadar birçok şeyin değişikliğe uğradığını vurgular.

O dönemlerde Avrupalılarının anlayışına göre “Doğu” denilince sınır Osmanlı topraklarından başlardı ancak resmedilen genel olarak İslam coğrafyası idi. Doğu’nun lüksüne, gizemine ve onu çevreleyen büyülü ortama karşı uyanan hayranlık sanatçının esin kaynağı olmuştu ve bu tam da oryantalizmi işaret eder.

Gerçek Doğulu’yu tanımak, incelemek, yaşadığı yerleri görmek, içinde yaşadığı dünyasını gözlemlemek için uzun süren gezilere çıkan ressamlar artık gezdikleri yerlerde, d’apres nature resimler yapmaya başlar.

19. yüzyıl Avrupasının gözüyle artık -belki de didik didik edildiğinden- Doğu bir toplum olarak ilginç olma özelliğini yitirmiş olmakla birlikte mitos olarak hala büyük bir çekiciliğe sahiptir.

“Düşlerdeki doğu”, “şiirsel lirik doğu”, “romantizm gözüyle Doğu” artık özellikle sanat ve edebiyet çevresinin hayalgücünü süslemeye yarar . Romantisisizm ve neo-klasisizmle birlikte Doğu’ya gitmek neredeyse bir zorunluluk halini alır. Hatta daha da ileri giderek A. Lamartine göre şiirsel Doğu’ya gitmek, gidene şeref kazandırmaktadır. Ve devam eder:” Avrupa’yı daha iyi anlamak için Asya’da olmak gerekir.” John Frederick Lewis ise çağdaşları Oryantalistlerden farklı bir yol izler: Doğulu bakışıyla Doğu’yu anlatmak için onların içinde, onlarla birlikte yaşamak…

İstanbul konulu söz konusu albüm İstanbul’u ziyaret etmesinden önceye dayanır ve 1837 yılında yayınlanır. Coke Smyth’in desenlerinden yola çıkarak hazırladığı ve sepya renk üzerine taşbaskı tekniğiyle basılan “Illustrations of Constantinople” serisinde yer alan sahnelerin 3 tanesi Bursa, 3 tanesi Orsova diğerleri İstanbul konuludur. Konularda pitoresk manzaralar ağırlıktadır. Özellikle, yağlıboya tablolarında da görüleceği üzere ayrıntı fazlalığı dikkati çeker. Mimarinin resimle anlatımında mimari süsleme ve kabartmaları net bir şekilde takip edebiliriz. Resimlerde sergilenen görsel şölen, Sultan II. Mahmud dönemi (1808-1839) İstanbul’undandır. Kral IV. William ve Kraliçe Adelaide ithaf edilen albümün sayfaları 56×38.5 cm. olup resimlerin altında el yazısıyla kendisi tarafından yapılmış açıklamalar yer almaktadır.

Yağlıboya ve suluboya tablolarındaki aslına sadık kalınarak çizilmiş ayrıntı bolluğu İstanbul serisinde de karşımıza çıkar. Enteriör sahnelerindeki (örneğin Bursa Ulucamii içi) ışık huzmeleri, renk cümbüşü, giysilerdeki desen bolluğu, mimari ayrıntıların net görünümü ve görsel zenginliği, kompozisyon kurgusu, “…her yapıtında olduğu gibi, resmin yüzeyindeki ayrıntılar bize büyüleyici bir öykü anlatmaya başlarlar.”4…

Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay

(4 E.M. Weeks, “Kesişen Kültürler: J.F. Lewis ve Oryantalist Resim sanatı”. Doğu’nun Cazibesi, Pera Müzesi Yayınları, İstanbul 2008, s.50