İstanbul’daki kentsel dokunun korunmasının ele alınacağı bir dosya konusunda yayın yönetmeni tarafından Çukurcuma ile ilgili bir yazı istendiğinde belleğim beni birkaç yıl öncesine götürdü. Sanat Tarihçisi olmak gibi kendi adıma oldukça şanslı saydığım bir meslekte bulunmanın yanı sıra, 1990 yılından itibaren çalışmaya başladığım Çukurcuma’nın merkezinde yer alan iş yerimin mesleğimle bağlantılı olması, İstanbul konulu orijinal gravür ve harita satışını içermesi ile bağlantılı olarak, burayı daha yakından tanıma/inceleme ve en önemlisi de buradaki gelişmenin yakın izleyicisi / gözlemcisi olma olanağını elde ettim. Aşağıdaki yazı bu süreç içinde edindiğim kişisel gözlemlerimden yola çıkılarak yazılmıştır.
Cihangir’in hemen alt tarafında yer alan, meraklıları tarafından “Antikacılar Mahallesi ” olarak adlandırılan ” Çukurcuma ” çok değil, birkaç yıl öncesine kadar, civarda oturanların büyük bir bölümü tarafından da çok fazla tanınmayan bir yerdi. 90’larda başlayan Çukurcuma serüvenimde dikkatimi çeken noktalardan birisi, süreç içerisinde doğal dokusu bozulmadan kendi içinde yaşadığı bir devinimle hızlı bir şekilde büyümesi ve sınırlarının genişlemesi oldu. Adını Çukurcuma Caddesi ile Çukurcuma Camii Sokaktan alan bu semtin sınırlarını günümüzde kesin hatlarla çizmek olanaksız gözükse de resmi olarak Firuzağa Mahallesi’nde, Boğazkesen Caddesi ve Sıraserviler Caddesi ile Turnacıbaşı Sokağı ve devamındaki Ağa Hamamı Sokağı arasında kalan adada yer alır. Ana çekirdek, aynı adı taşıyan sokak ve caddedir. Coğrafi ve topografik sınırların yukarıdaki tanımına karşılık, ticari ve sosyal yaşam açısından bakılacak olursa sınırlar oldukça genişler. Öyle ki buna, kuzeyde Galatasaray’a geçişi sağlayan Yeniçarşı Caddesi, Ağa Hamamı ve Turnacıbaşı Sokağı ile birlikte Faik Paşa Yokuşu ve Altıpatlar Sokağını da katmak gerekecektir.
*Günümüzde oldukça yüklü bir iş potansiyeline sahip olan Çukurcuma “Antikacılar Mahallesi” olarak adlandırılmasına karşılık tarihsel geçmişi oldukça eskilere dayanan, merkezinde yer alan camisi ve çeşmesiyle birlikte doğal dokusunu -hâlâ- koruyan tipik bir Osmanlı mahallesidir. Sultan II. Mehmed tarafından kurulan Tophane-i Amire bu mevkiye – bir anlamda – askeri kimlik kazandırmış ve Müslüman yerleşimi başlatmış olmalıdır.
Çukurcuma Meydanı’nda yer alan cami, 1540’larda Şeyhülislam Fenarizade Muhiddin Mehmed (Molla Fenari) Efendi’nin isteğiyle Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. ” Çukurçeşme Camii ” ya da ” Muhiddin Çelebi Camii ” olarak da adı geçen Camii’nin Tezkiret-ül Bünyan ve Tezkiret-ül Ebniye’de yeri vardır Tahsin Öz İstanbul Camileri adlı kitabında ” duvarlarından az bir bölümü ve minarenin küpü devrini belirtmektedir” diye yazmaktadır. Kitabesi bulunmayan ve günümüzde mescit görünümü yansıtan caminin bugünkü şeklini 17 Cemaziyülahır 1238’de (1 Mart 1823) çıkan Firuzağa Yangınından sonra aldığı bilinmektedir.
1967-68 yılları arasında Vakıflarca onarılan caminin tam karşısında kesme taştan yapılmış klasik biçimdeki çeşme ise 1133 H./ 1720 tarihli olup I. Mahmud’un hazinedarlarından Ömer Ağa tarafından yaptırılmıştır ve en son 1994 yılında onarılmıştır. Aynı cadde üzerinde iki de hamam bulunmaktadır. Orijinali ahşap olan ve Reşat Ekrem Koçu’ya göre, o dönemlerde bir Ermeni’ye ait olan ve adı Süreyya Hamamı’na dönüşen Sürahi ve onun hemen alt tarafında yer alan Bostancıbaşı Hamamı’nın yapılışları, 1830/31 yılında Nakşidil Valide Sultan tarafından vakf olunan su tesislerinin yapımının hemen sonrasına rastlar. Çukurcuma’ya gelindiğinde tipik Osmanlı yapılarının yanında 19. yüzyıl sonları 20. yüzyıl başlarına ait kagir binalar ile sayısı bir iki taneyi geçmeyen ahşap yapılar karşılar sizi.
Beyoğlu’na yakınlığı dolayısıyla nüfusunun çeşitliliği açısından oldukça kozmopolit bir görünüm de sergileyen Çukurcuma ve çevresinde, özellikle Faik Paşa Yokuşu ve devamı ile Ağa Hamamı Caddesi’nde yer alan yapılar geçmişte burada oturanların sosyal statüleri hakkında ipucu verirler. Bazılarının bakımsızlığına karşın mimari özellikleri ve süslemeleriyle buraya gelenlerin ilgisini çekmektedir. Antikacıların toplu olarak faaliyet gösterdiği Horhor ve Mecidiyeköy’deki çarşıların aksine Çukurcuma’daki “küçücük” mahallenin büyüyerek genişlemesi, ilgi çekmesi ve talebin artmasının nedenlerine bakılacak olursa, öncelikle buranın eski Osmanlı mahallesi dokusunu koruyarak günümüze ulaşması ve geçmişte olduğu gibi bugün de burada faaliyet gösteren esnafın buna özen göstermesi gelmektedir.
Yukarıda kısaca tanımını yaptığımız mimari ve tarihsel geçmişine karşılık antikacıları ile gündeme gelen semtin konu ile ilgili başvurduğumuz kaynaklarda sosyal tarihinin kenara bırakıldığı ya da hiç incelenmediği gözlenmiştir. Bu konu ile ilgili bilgi almak için başvurduğumuz Çukurcuma esnafından Tuncay Yalçınkaya’nın 1895 yılında doğan ve 1917 yılında 22 yaşında iken Çukurcuma’ya gelen babası ve kendisi ile ilgili anıları sözlü tarih kapsamında değerlendirilebilir. Anlattıklarından, Altıpatlar Yokuşu’ndan camiye kadar olan bölümde, yani esas Çukurcuma’da, bugünkü antikacıların yerinde hurdacı, eskici ve tereke malı alıp satanların olduğu anlaşılmaktadır. ” Bozma ” tabir edilen eski giysileri ters yüz ederek farklı giysi özellikle de kasket yapan ve bunu Kapalıçarşı’da dükkanı olan Ermeni ve Musevilere satan babasının yaptığı iş o dönem için revaçta olan bir alanmış. Bu durumun birkaç yıl öncesinin de sürdüğü var sayılırsa semtin bu iş sahasında oldukça eski bir geçmişe sahip olduğu sonucunu çıkarmak olasıdır.
Günümüzde değişen yalnızca, eskici ve hurdacıların modern anlamdaki temsilcilerinin ” antikacı ” olarak adlandırılması ve ticareti yapılan malların çeşitliliğidir. Antika olarak nitelenen objenin yanında yeni ve estetik açıdan hoş gelebilen obje de satılabilmektedir bu dükkanlarda. En önemlisi ve belki de burayı diğer merkezlerden farklılaştıran özelliği Anadolu’ya özgü ahşap mimari parçaların farklı bir anlayış ile ele alınarak yabancılaştırılması ve yepyeni bir işlevle kullanılmak amacıyla satılmasıdır.
Antikacı olarak adlandırılan ” modern ” esnafa karşılık özellikle Ağa Hamamı Caddesi ve çevresindeki dükkanlarda geçmişteki eskici geleneği sürmektedir. Meydanda bulunan dükkanların çoğu 1960’larda da vardı, ancak yerleşik eskici olarak, bakkal ve lokanta olarak. 1920’lere ait Pervititch tarafından çizilen sigorta planlarında Çukurcuma’ya ait paftada makine atölyesi olarak gösterilen yer bugün de olduğu gibi benzinciydi ve yine bugün olduğu gibi para bozdurulurdu. Eski eşyalar, giysiler, ayakkabılar o dönemde gezgin eskicilik yapan Çingeneler tarafından toplanarak getirilir ve saat 11.00’de açık pazar kurulurdu. Açık Pazar, buradaki esnaf haricinde çevreden ve Kapalıçarşı’dan da esnafa da sesleniyordu. Ayrıca, boyunlarına asılı geniş sepetleri ve eşekleriyle gelen, şimdilerde ancak eski gravürlerde görebildiğimiz zerzevatçıların da geldiğini belirtiyor Tuncay Bey. Dostlukların olduğu, kötülük kavramının tanınmadığı bu yer yapıları açısından da fazla bir değişiklik göstermiyordu ona göre.
Azınlık tebaası ile bir arada, birbirine kaynaşmış bir şekilde yaşayan Çukurcuma’nın sosyal yapısındaki ilk değişme Rumların Yunanistan’a göç ettirilmesiyle başlamış, daha sonraları Anadolu’dan İstanbul’a başlayan göç olgusu ile sürmüş. İlk gelen Bayburtlular olmuş. Ancak Çukurcuma ile buranın iş potansiyeli ve esnafı anlayış açısından değişmeden kalmış. Önceleri var olan çevre sakinleriyle iç içelik bugün de sürmekte. Okuyan çocukları boş zamanlarında ve yaz tatillerinde dükkanlarda çırak olarak çalışıyor ve bu işi temelden pratik yaparak öğreniyorlar. Buradaki diğer önemli bir özellik ise cilacısı, döşemecisi, demircisi ve nakliyecisi ile birlikte komple bir hizmetin gerçekleştiriliyor olmasıdır.
Son bir iki yıldan beri talebin artması sonucu sayıca çoğalan esnafın kiraladıkları veya satın aldıkları yerlerin dükkan haline dönüştürülmesinde yapıların ana özelliklerini korumaları kanımca dikkat çekilmesi gereken bir noktadır. Dükkan sahibi kagir olan yapının dış cephesini tüm doğallığıyla, olduğu gibi bırakabilmekte, ya da iç düzenlemesinde eski tuğla malzeme kullanabilmektedir. Özellikle son dönemlerde ressam ve heykeltıraş gibi sanatçıların atölyelerini yavaş yavaş buraya taşıyor olmaları semtin bünyesinde taşıdığı özellikler dolayısıyladır.
Son dönemlerde kültürel anlamda büyük bir patlama yapan Beyoğlu’nun hemen alt tarafında yer alan Çukurcuma ve çevresinin ana özelliğini bozmak istemeyen ve bu yönde çaba gösteren bizler ( kurmak için çaba sarf ettiğimiz dernekle birlikte) geçmişten devralınan kültürel mirasın korunarak geleceğe daha bilinçli olarak aktarılacağı umudunu taşımaktayım.
Dr. Ayşe Yetişkin-Kubilay
Yorum Yap